| aslında kamera tuzağı olarak adlandırdığımız bir şekilde kendi fotoğrafını çekiyor. | TED | في الحقيقة هو يأخذ صور لنفسه صُور بما يسمى الكاميرا الفخ |
| aslında çok akıllı eğlenceli ve eski filmleri seven biri. | Open Subtitles | في الحقيقة هو ذكي جدا وهو مضحك ويحب الأفلام القديمة |
| aslında kızdıgı şey sinsice arkama gelen başka bir foktu, ve o bunu bir tehdit gösterisi olarak yapıyordu. | TED | ولكن ما كان يحدث في الحقيقة هو وجود فهد بحر آخر خلفي وكان تحاول ان تخيفه وتهدده |
| Atavizm aktivasyonu aslında şudur -- atavizm atalara ait özellikler demek. | TED | ان تنشيط التأسل الرجعي هو في الحقيقة هو عبارة عن تنشيط جين متنحي |
| Hayır, tatlım, gerçekte, o vedalaşmalarda pek iyi değildir. | Open Subtitles | لا، حبيبتي. في الحقيقة هو ليس جيدا في المواقف الوداعية |
| Bizim yaptığımız nachos ile öteki adamın yaptığı nachos arasındaki fark bunun aslında bir tatlı olması. | TED | ان الفرق بين الناشوز خاصتنا والناشوز الذي يقوم به الآخرون هو أن هذا الطبق في الحقيقة هو طبق تحلاية |
| Ve bu rol için mükemmel bir seçimdi ve Robert aslında bana ilk şansımı veren insandı. | TED | وقد كان مناسباً جداً لهذا الدور و روبرت في الحقيقة هو من أعطاني أول فرصة لي |
| aslında, göreceğiniz şey, dağıtılmış bir bacak gibi bu yarım daireyi kullanıyor. | TED | ماسترونه في الحقيقة هو إستخدامها للساق نصف الدائرة كقدم موزعة |
| Ama biliyorsunuz aslında bir başka insanın kendi mikroplarını sağa sola yaydığını da gösteriyor. | TED | وكما تعلمون، في الحقيقة هو يخبرك انه هناك شخص ما نشر الجراثيم في كل مكان بشكل محتمل |
| Fakat yaptığımız şey, aslında cinselliği küçümsemek. | TED | ولكن الذي يحدث في الحقيقة هو أننا نقلل من شأن الجنس. |
| aslında burada görmediğiniz şey insanlar, bunun da bir sebebi var. | TED | ولكن ما لا تراه في هذه الصورة في الحقيقة هو أي وجود للبشر، وهناك سبب وجيه جدًا لذلك. |
| Burada ilgilendiğimiz bilgi, aslında ilk üç saatin içinde gizli. | TED | ما نهتم به في الحقيقة هو الثلاث ساعات الأولى |
| Bana ilerleme yolunu gösterenler iş birlikçilerim ve aslında ilerlenecek sıra dışı yollar aramamı sağlayanlar da bu iş birlikçiler. | TED | إنه متعاوني البعيد الذي جعلني أرى طريقي، في الحقيقة هو من جعلني أحافظ على بحثي عن طرقي غير التقليدية |
| aslında, o kadar yaygara kopardı ki baltayı onun savurmasına izin vermek zorunda kaldım. | Open Subtitles | .. في الحقيقة هو أبدى الإهتمام .. .. بأنّني كان لا بدّ أن أتركه يستخدم الفأس بنفسه .. |
| aslında, bu birazda tipik grup içerisindeki davranış bozukluklarından kaynaklanıyor. | Open Subtitles | في الحقيقة هو تصرف نموذجي عندما يكون لديك مجموعة غير عاملة |
| - Bir arkadaş aslında. | Open Subtitles | لقد أخبرت صديقان لي بل في الحقيقة هو صديق واحد |
| aslında şu sıralar, pek de iyi değil. | Open Subtitles | في الحقيقة هو لا يبلي حسنًا في الوقت الراهن |
| aslında öyle reklamları var. | Open Subtitles | في الحقيقة هو يفعل ذلك في واحدة من اعلاناته |
| Gerçekte o benim yeğenim. | Open Subtitles | دال في الحقيقة هو إبن أخي |
| Gerçekte o senin yeğenin değil. | Open Subtitles | في الحقيقة هو ليس ابن اخيك |