| Buraya sabahtan geliriz ama onlar öğle yemeğinde burada olur. | Open Subtitles | نأتي في الصباح، نحاول الوصول إليكم، فجأة الجميع في الغداء. |
| Bizim zamanımızda, öğle yemeğinde hafiften demlenmek sorun olmazdı. | Open Subtitles | في أيامنا العادية نستطيع أن نشرب في الغداء |
| Ben, 12 yıldır her öğle yemeğinde kantinden hamburger yedim. | Open Subtitles | لقد أكلت هامبرغر المجمّع في الغداء كل يوم لمدة 12 عام |
| - Çok heyecanlıyım. - Peki Simon Öğle yemeğine gelecekmi? | Open Subtitles | انا متحمس - اذن , سايمون سينضم إلينا في الغداء ؟ |
| Ya da akşam yemeğinde soda içerim. Hatta bir değil, birkaç litre! | Open Subtitles | أو ربما اشرب الصودا في الغداء ليس فقط زجاجة لكن الكثير من الزجاجات |
| 300 tanesini Yemekte içtiğimiz Martinilerle öldürdük. | Open Subtitles | 300 من الذي قتلنا فقط مع تلك مارتيني في الغداء. |
| yemek için getirdiği boktan bir sandviçti. | Open Subtitles | لقد كان هذا ساندويتش سيئا ذلك الذي قدمه في الغداء |
| Bugün öğlen bana sorum olup olmadığını sordun. | Open Subtitles | في الغداء .. سألتني إذا كان عندي أي أسئله |
| Teneffüslerde birbirimizi görmedik, öğle yemeğinde birlikte oturmadık. | Open Subtitles | لم نكن نرى بعضنا البعض في عطلة و لم نجلس معاً في الغداء |
| Yani annen öğle yemeğinde sarhoş oldu, ve baban evde onunla birlikte kalmak zorunda kaldı. | Open Subtitles | إذاً أمكِ شربت كثيرآ في الغداء وعلى والدكِ أن يبقى معها |
| Bay Jenkins, öğle yemeğinde kovduğunuz uşağın yerine beni seçti. | Open Subtitles | السيد جنكنز كبير الخدم أختارني أن أجلس بجانبه في الغداء بسبب خروجك منه |
| Komşularla alkollü turp şerbeti yudumlamak evlerı ışıklarla süslemek ve öğle yemeğinde eggnog* içmek için güzel bir zamandır. | Open Subtitles | كان وقت الجيران الطيبين ليسكبوا من الفجل المسكر ويعلقوا الأضواء العالية ويشربوا شراب البيض في الغداء |
| Hayat bir dizi yarışmadır. Hepsini kazanabilirsin. Dün öğle yemeğinde kazandım. | Open Subtitles | الحياة هي سلسلة من المسابقات، ويمكنك الفوز بها كلها، البارحة فزت في الغداء |
| - Kimsenin umurunda değil ama öğle yemeğinde pastil yedim. | Open Subtitles | ليس كأن احدًا يهتم، و لكنني تناولت حبة دواء محلاة في الغداء. |
| Öğretmenim öğle yemeğinde verdi. | Open Subtitles | لقد أعطتني إياها المُعلمة في الغداء |
| öğle yemeğinde eksikliğini çok hasettik. | Open Subtitles | ياللعجب، لقد كنت مفقوداً في الغداء |
| Aslına bakarsan, sanırım herkes Öğle yemeğine çıkmış. | Open Subtitles | أتدرين، أعتقد أن الجميع في الغداء. |
| Ya da akşam yemeğinde soda içerim. Hatta bir değil, birkaç litre! | Open Subtitles | أو ربما اشرب الصودا في الغداء ليس فقط زجاجة لكن الكثير من الزجاجات |
| Belki Yemekte onunla aynı masada oturmuşluğunuz vardır, belki orta okula birlikte gitmişsinizdir. | Open Subtitles | ربما جلستم معه في الغداء ربما كنتم بالصف معه. |
| Öğle vaktinde seks yapmanın şöyle bir sorunu var; yemek yemek için vakit kalmıyor. | Open Subtitles | تعلمون، فإن مشكلة مع ممارسة الجنس في الغداء هو ليس هناك وقت لتناول الطعام. |
| "Bugün öğlen yemeğinde Eric'e bakıyordum ve o bunu bilmiyordu... | Open Subtitles | اليوم في الغداء كنت أنظـر إلى (إريك) حين لم يكن يعلم |
| Birlikte sıcak bir öğle yemeği yemekten çok hoşlanıyor gibiydin. | Open Subtitles | بدوتَ متمتّع حقّاً في الغداء المريح سوية |
| Âlemi sabah mı yaptın yoksa öğle arasında mı? | Open Subtitles | لذلك قُل لي , هل تشرب في الصباح , أم تسكر في الغداء , أو شيء من هذا القبيل |
| Öğle vaktinde bir saat çalmama izin veriyor, bu adam. | Open Subtitles | هذا الرجل يتركني أعزف ساعة واحدة باليوم في الغداء |
| Öğlen yemeğinde iki erkek bana çıkma teklifi etti. | Open Subtitles | أنا حصلت على طلب من مرتين اليوم بينما كنت في الغداء... ... قبل الرجال. |