| Gerçek yok derken, gerçeğin olmaması bir gerçektir diyorsun. Bu mantıklı bir çelişki. | Open Subtitles | إذا قلت أنه ليس هناك حقيقة أنت تدعين بجد أنه ليس هناك حقيقة |
| Sorun, onunla kafiye yapacak kelime olmaması. | Open Subtitles | المشكلة أنه ليس هناك شيء يصنع قافية معها |
| - CIA doktoru hiçbir şeyin olmadığını söylemiş ya. - Evet. | Open Subtitles | حسناً، الوكالة قالت أنه ليس هناك ما يدعو للقلق ، أتذكر؟ |
| İkinizin, yerleşimcilere arazinin etrafından dolaşmamızın imkânı olmadığını söylemenizi istiyorum. | Open Subtitles | وتخبرونهم أنه ليس هناك طريق حول أرضهم هذا قرار الاستملاك |
| Bu yüzeye doğru bir akım olmadığı anlamına geliyor Ve esasında yiyecek de olmadığı anlamına geliyor | TED | فإن ذلك يعني أنه ليس هناك مياه ستصعد من قاع البحر إلى سطحه و لن يكون هناك بالأساس أية مواد غذائية |
| Hey. Burada sabahın üçü olması diğer gezegenlerde gündüz olmadığı anlamına gelmez. | Open Subtitles | ليس لأنها الـ3 فجراً هنا , يعني أنه ليس هناك نهار مشرق في كوكب آخر |
| Peki kim beni bunun bir tuzak olmadığına ikna edebilir? | Open Subtitles | لكن من يستطيع أن يظمن لي أنه ليس هناك فخ ؟ |
| Biliyorsunuz, bu işteki tek plan hiç bir planın olmamasıdır. | Open Subtitles | في عملنا، الخطة الوحيدة هي أنه ليس هناك خطة |
| İyi haber; beyin sarsıntısından eser olmaması. | Open Subtitles | حسنا، الأخبار الجيدةهي أنه ليس هناك ما يشير إلي أي إرتجاج |
| Müttefiklerin arasında sır olmaması gerektiğine inanıyoruz. | Open Subtitles | نحن نؤمن أنه ليس هناك أسرار بين الحلفاء. |
| Babamın bir telefon şebekesi olmaması çok kötü. | Open Subtitles | كن ممتنا أنه ليس هناك شركة للاتصالات الاسلكية فى مجموعة شركاتنا |
| Tek sorun, işin arkasına olduğunu sandığımız adamla ilgisinin olmaması. | Open Subtitles | المشكلة الوحيدة هي، أنه ليس هناك صلة بمن نظن أنه وراء هذا |
| İnsanlık için Orta Doğu'daki barıştan daha önemli bir şey olmadığını da biliyorum. | Open Subtitles | أعلم أيضاً أنه ليس هناك شيء أهم للبشرية من السلام في الشرق الأوسط |
| Sigorta şirketi de soruşturma yapmış ve ortada cinayet ya da Anuk ve eşinin öldüğüne dair kanıt olmadığını söylemişti. | Open Subtitles | شركة التأمين أجرت تحقيقا وخلصت الى أنه ليس هناك دليل على كون الحادث مدبرا أو أن أونك و زوجته متوفين |
| Sınırlar olmadığını gördüm, benim çalışmalarımın evrimine bakınca anlamlı bağlantılar görüyorum. | TED | تعلمت أنه ليس هناك حدود. وعندما أنظر إلى مراحل تطور عملي أستطيع أن أرى مواضيع و علاقات منطقية. |
| Ama araştırmalar ayrıca sizi yüzde 100 koruyacak hiçbir şeyin olmadığını gösteriyor. | TED | لكن الأبحاث تظهر كذلك أنه ليس هناك أي شيء سيحميك بنسبة 100 في المئة. |
| Elbette. Sizce bu filmde yeterli seks sahnesi olmadığı izlenimini mi alıyorum? | Open Subtitles | نعم، أشعر أنه ليس هناك جنس بالقدر الكافي بالفيلم؟ |
| Fazla hata payı olmadığı bir gerçek, ...ama işe yarayabileceğini düşünüyorum. | Open Subtitles | إنه حقيقى أنه ليس هناك أى هوامش للأخطاء ولكن أعتقد أنها سوف تنجح |
| Görünüşe göre öyle. Aklında bir şey olmadığına emin misin? | Open Subtitles | ذلك واضح هل أنت متأكد أنه ليس هناك شئ يشغلك ؟ |
| Bu işteki tek plan, plan olmamasıdır. Bu ne demek şimdi? | Open Subtitles | الخطة الوحيدة في هذا العمل هي أنه ليس هناك خطة.. |