| Binanın, güvenlik görevlisini duygulandırdığını görebiliyordum ve bu mimarinin insanı duygulandırma kapasitesi vardı. | TED | لقد استطعت أن أرى أن الحارس الأمني قد تأثر بهذا المبنى وأن تلك الهندسة لها تلك القدرة على تحريك المشاعر |
| Gözlerindeki tedirginliği görebiliyordum. | TED | واستطعتُ أن أرى حالة الخوف والرهبة على وجوههم. |
| Ve iki sene içinde, gerçekten çok az görebiliyordum. | TED | و في سنتين، لم أكن في الحقيقة أستطيع رؤية شئ على الإطلاق. |
| Bu yeni maceramda ilk kez, nereye yöneldiğimizi tam olarak görebiliyordum. | TED | لأول مرة في هذه الرحلة الجديدة، استطعت رؤية الاتجاه الذي نسلكه بوضوح. |
| Ben de bahçede bulunduğum yerden yemek odasında ışık yanmadığını görebiliyordum. | Open Subtitles | من مكاني في الحديقة كنت أرى أن غرفة الطعام كانت مظلمة |
| Ve sizin evliliğinize baktığımda... farkı görebiliyordum. | Open Subtitles | , و عندما نظرت إلى زواجكِ أمكنني رؤية الفرق |
| Bay Heaslop'un dürbünüyle Chandrapore'yi zar zor görebiliyordum. | Open Subtitles | بالكاد تمكنت من رؤية تشاندرا بور إلا من خلال منظار السيد هيسلوب |
| Odadaki diğer hükümlülerin hikâyelerini birbiri ardına duyduktan sonra yüzlerindeki değişimi gerçek anlamda görebiliyordum. | TED | استطعت فعلياً أن أرى تغيراً تدريجياً في وجوههم بعدما سمعوا قصة تلو الأخرى من المسجونين الآخرين في الغرفة. |
| Problem şuydu ki yüzlerine baktığımda gözlerinin daldığını ve sadece beni görmezden geldiklerini görebiliyordum. | TED | المشكلة كانت أنّني عندما نظرت في وجوههم تمكنت من أن أرى الضبابية في عيونهم وأنهم يفقدون تركيزهم. |
| Böylece Elijah okula gitti, sunumunu yaptı, eve döndü ve olumlu bir şeyler olduğunu görebiliyordum. | TED | لذا ذهب إليجا إلى المدرسة، وقدم عرضه، ورجع إلى البيت، وكان بإمكاني أن أرى شيئا إيجابيًا قد حصل. |
| Bana bakan, büyük çirkin gözünü görebiliyordum. | Open Subtitles | أنا يمكن أن أرى عينه الواحدة القبيحة الكبيرة تبحث عنى |
| Ofisin parçalarını görebiliyordum, binanın çentikli köşelerini. | Open Subtitles | يمكنني أن أرى قطع المكتب، الحافات المتعرجة للبناية |
| Ama kirli bebek bezlerini görebiliyordum. Çocukların bazıları stresli ve sıkıntılı görünüyordu ama tek ses küçük bir inleme idi. | TED | كنت أرى الحفاضات المتسخة، و كنت أستطيع رؤية نكبة بعض الأطفال، لكن الضجيج الوحيد كان أنين متواصل و منخفض. |
| Sunumunda ilerlerken, gözümün ucuyla John'u görebiliyordum. | TED | وأنا أمضي قدماً في عرضي، كنت أستطيع رؤية جون بطرف عيني، |
| görebiliyordum ki benden memnun değillerdi, yine de devamında ne yapacakları hakkında fikrim olmadığını hissettim. | TED | وكنت أستطيع رؤية أنهم لم يكونوا راضين عني، ولكنني شعرت أنه لم تكن لدي أية وسيلة لمعرفة ما كانوا يريدون فعله بعد ذلك. |
| Teknemizden mevsimine göre sıcak güneşin altında buzun eridiğini görebiliyordum. | TED | من قاربنا استطعت رؤية الجليد يتعرق تحت وطأة حرارة الشمس غير الموسمية |
| Ateş hattında kimsenin olmadığını görebiliyordum bu yüzden boşa ateş ettim. | Open Subtitles | استطعت رؤية أنه لا أحد بخط إطلاق النار لذا أطلقت النار على الجذع |
| Öleceğini gözlerinde görebiliyordum. | Open Subtitles | كنت أعلم بأنك كنت ستموت أمكنني رؤية ذلك في عينيك |
| Kırsal bir alanda büyüdüğümden yıldızları çok iyi görebiliyordum. | Open Subtitles | لقد نشأت في منطقة ريفية جدا حتى أتمكن من رؤية النجوم بشكل جيد جدا. |
| Bir gömlek giyiyordu ve göğüs uçlarını tamamen görebiliyordum. | Open Subtitles | كان يلبس ذاك القميص ، و كان بإمكاني رؤية حلماته |
| Evden ayrılıyordum, ve aşağı sokakta park halinde bir araba vardı, ve koltukta birisinin olduğunu görebiliyordum, ve Hannah'ın evine bakıyorlardı. | Open Subtitles | لقد تركتها في المنزل وكانت هناك سيارة متوقفة في الشارع وكنت أرى شخصاً في مقعد السائق |
| İki sıra çekilmiş tel örgüyü görebiliyordum. | Open Subtitles | كان بأمكانى رؤية صفين من الأسلاك الشائكة |
| Şafak söküyordu ve biz ayrıldık, sahilin yanında balinayı görebiliyordum. | Open Subtitles | وعندما انشق الضوء، أقلعنا. استطعتُ رؤية الحوت قرب حافة المنحدر. |
| Bunu görebiliyordum. | Open Subtitles | كان بإمكاني رؤيته |
| Ama en azından buraya gelip, onu balkonda görebiliyordum. | Open Subtitles | ولكن على الأقَل هُنا، بإمكاني رؤيتُها من خلال الشُرفَة. |