| Sayın Başkan, size bu dilekçeyi, büyük umutla dua ederek yazıyorum. | Open Subtitles | عزيزي سيدي الرئيس،أنا أكتب لك هذه العريضة مع الأمل و الصلوات |
| Bu kılıç pişmanlık duymadan tanrılar için yapılmış biraz da umutla harmanlanmış. | Open Subtitles | السيف الذي أدلى به للآلهة من الندم، ويخلط مع القليل من الأمل. |
| Bunların hepsini bir arada gördüğümde içim tarif edemeyeceğim bir umutla doldu. | TED | وبرؤيتهم جميعًا، شعرت بشعور الأمل الذي لا يوصف، |
| O zamanlar her iki ülkede çok gençti ve geleceğe umutla bakıyorlardı. | TED | كلاهما كانا بلدين فتيين آنذاك و مليئين بالأمل للمستقبل |
| İkinci Dünya Savaşının yaklaşmasıyla tutsak Avrupa'daki gözler, umutla veya umutsuzlukla Amerika'daki özgürlüğe çevrilmişti. | Open Subtitles | مع حلول الحرب العالمية الثانية توجهت أعين العديدين في أوروبا، بالأمل أو باليأس نحو حرّية أمريكا. |
| Kızlar, umutla oturuyor, hiçbir şey öğrenmiyor ve gidiyorlardı. | TED | فتيات يجلسون بأمل لايتعلمون شيئا ثم يغادرون |
| Vücudum yaşlansa da, saçım kırlaşsa da, kalbim tutkuyla ve... umutla dolu. | Open Subtitles | ورغم أن جسمي قد هرم وشعري صار رمادياً لكن قلبي مليئ بالرغبة والأمل |
| Ama ne yazık ki; bilim umutla ilgilenmiyor. | Open Subtitles | للاسف، العلم لا علاقة له بالامل |
| Normal bir gününüzde sabah umutla mı uyanıyorsunuz, sıkıntıyla mı? | TED | في اليوم العادي، هل تستيقظي على الأمل أم الكآبة؟ |
| İkinci prensip ise umut ve bu, umutla ilgili. | TED | المبدأ الثاني هو الأمل، وأريد أن أقول هذا عن الأمل. |
| Birçok şey yapabilir, çünkü umutla beslenen bir ışık kıpırtısı, karanlığın siperini kırmaya yeterlidir. | TED | كما يمكنه فعل الكثير، لأن وميضاً صغيراً من النور يتغذّى على الأمل كافٍ لتحطيم درعٍ من الظلام. |
| Şimdi bu vagonla, sadece birkaç at hırsızı ve umutla mı geldin? | Open Subtitles | لقد أتيت الى هنا في عربة مع قليل من الخرق والكثير من الأمل |
| İlk defa geleceğe umutla bakıyordum | Open Subtitles | في الواقع .. هي اول مرة نتجه اليه و نحن نحمل الأمل |
| ...bilimsel gelişim, biraz şans ve çokça umutla mucizeler gerçekleştirebiliriz. | Open Subtitles | و لكن مع تقدمنا العلمى قليل من الحظ و كثير من الأمل المعجزات يمكن أن تحدث |
| İkinci Dünya Savaşının yaklaşmasıyla tutsak Avrupa'daki gözler, umutla veya umutsuzlukla Amerika'daki özgürlüğe çevrilmişti. | Open Subtitles | مع حلول الحرب العالمية الثانية توجهت أعين العديدين في أوروبا، بالأمل أو باليأس نحو حرّية أمريكا. |
| Valilik, sözü, gözleri umutla parlayan bu küçük bayana veriyor. | Open Subtitles | اسمح بالتحدث للفتاة التي لديها عينان مليئتان بالأمل |
| Gelinimizin kalbi umutla ayakkabıları ağır kurşunla dolsun. | Open Subtitles | جعل قلب العريس مفعماً بالأمل وقدمي العروس تتحلى بالقوة والثبات |
| O gün daha sonra, umutla gökyüzüne baktı, çünkü iki tane uçağın geçtiğini görmüştü. | TED | فيما بعد في ذلك اليوم، نظرت للسماء بأمل لأنها رأت طائرتين في السماء. |
| Çok umutla, Bay Bhagat, Delhi'ye giderken senin fotoğrafını aldı | Open Subtitles | بأمل كبير، لقد أخذ السيد بهجات صورتك إلى دلهي |
| Ama sizin getirdiğiniz umutla majesteleri sonunda cadının gücü zayıflamaya başladı. | Open Subtitles | منذ وقت طويل والأمل الذي أتيتم به بدأ يقلص من قوة الساحرة |
| Onlara umutla öldüğümü söyle. | Open Subtitles | اخبرهم اننى مت بالامل. |
| Peki diğer güne nasıl umutla bakıyorlar, bilir misiniz? | Open Subtitles | أتعرفُ كيف يصمدون يوماً بعد يوم؟ |
| umutla ilgili nutuk atma vakti mi? | Open Subtitles | محال أنْ نصنع التعويذة المضادّة في الوقت المناسب أحان الوقت لخطاب الأمل؟ |
| Ama şu anda, ilk defa ışığa yeni bir umutla bakıyorum. | Open Subtitles | ولكن الان، وللمرة الاولى، فإنني أنظر للضوؤ مع أمل جديد |