| Hiç kimse yola çıkma nedenim olan Tanrının varlığına dair delilleri veya hayatın anlamı gibi büyük varoluşsal sorulara cevap istemedi. | TED | لم يطلب أحد إجابات لأسئلة وجودية عميقة أو دليلًا على وجود الإله أو معنى الحياة مثل الذي كنت أبحث عنه. |
| İyi ki tefekküre dalıp varoluşsal problemlerle uğraşacak vaktin var çünkü benim öyle bir vaktim yok. | Open Subtitles | لا, أنا سعيدة لأن لديك وقت لتأمل الكون والتفكير بمشاكل وجودية لانه ليس لدي ذلك بالكاد لدي وقت لأفكر |
| Sanırım eve gitmelisin çünkü varoluşsal bir kriz yaşıyorsun ve bundan çıkartabileceğin en iyi ders kendi başına kalsan bile bir birey olduğundur. | Open Subtitles | أعتقد بأنه يجب أن تذهبي إلى المنزل لأنك تعانين من أزمة وجودية و أفضل درس يمكنك أن تأخذيه من ذلك |
| Bu arada, bizim gerçek varoluşsal felaket risklerine karşı olan çekincemiz, özellikle felsefik ve etik bir soruya dayanır. Soru şudur: İki senaryo düşünün. | TED | وبالمناسبة نفورنا الخاص من خطر الكوارث الوجودية يعتمد على سؤال أخلاقي وفلسفي، والذي هو: تأمل هذين السيناريوهين. |
| Bu monolog Hamlet'in varoluşsal ikilemini ifade ediyor: düşünce ve eylem arasında parçalanmak, yaşam ve ölüm arasında seçim yapamamak. | TED | تجسّد هذه المناجاة معضلة هاملت الوجودية وهي حيرته بين التفكير والفعل، وعجزه عن الاختيار بين الحياة والموت. |
| varoluşsal olarak konuşuyorum tabii. | Open Subtitles | سأحررهم، على الصعيد الوجوديّ. |
| Elon Musk, bunun bir varoluşsal risk olduğu ve toplum olarak karşı karşıya olduğumuz en büyük risklerden biri olduğu konusunda uyardı. | TED | ايلون مسك حذر من انه خطر وجودي وواحد من اكبر المخاطر التي سنواجهها كحضارة. |
| ve direk mücadele, varoluşsal kuvvetleri karşılaştırıldığında. | Open Subtitles | وعبر هذا الكفاح، يواجه قوّات وجوديّة... |
| varoluşsal bir şok yaşıyorsun ama sonra manevi ve dünyevi olarak su götürmez bir gücün oluyor. | Open Subtitles | لقد مررت بصدمة وجودية لكن بعدها عثرت على ذاتي وقد حُررت بقوة إلهية ودنيوية. |
| Yani bildiğimiz varoluşsal krizler öyle mi? | Open Subtitles | لذا فنحن نتحدث عن أزمة وجودية قديمة عادية، أليس كذلك؟ |
| Bir roket gemisinde, değersiz hayatlarının varoluşsal cevaplarını arayan birkaç zengin insan ile ne gibi bir ortak noktam olabilir ki? | Open Subtitles | ما أود ربما تكون مشتركة مع حفنة من الأغنياء في سفينة الصواريخ الحصول على إجابات وجودية لحياتهم لا معنى لها؟ |
| Ama varoluşsal krize girecekseniz, Portland'ın kışıyla mücadele etmeniz epey zordur. | Open Subtitles | "لكن إنْ كنت ستواجه أزمة وجودية" "فإنّ بورتلاند فى الشتاء من العسير قهرها" |
| Demek istediğim, Ben... varoluşsal bir kiriz geçiriyorum. | Open Subtitles | أعني، انا اواجهُ أزمة وجودية هنا |
| 1-2 varoluşsal ikilem işte. | Open Subtitles | أتعلمين ، مجرد أزمة وجودية أو إثنتين |
| Biz Kenyalıların iyileşmesi gereken konu, öz sevgimizin eksikliği, kendimize olan ağır nefretimiz ve varoluşsal kimlik bunalımımız. | TED | الأمر الذي يجب أن نبرأ منه، نحن الكينيون، هو افتقارنا لحب الذات، كرهنا العميق لأنفسنا والأزمة الوجودية لهويتنا. |
| O yüzden mesleğimde her gün varoluşsal yalnızlığa karşı bilimsel kanıt üretmem gerekiyor. | TED | كل يوم في وظيفتي، أستطيع توفير أدلة علمية ضد الوحدة الوجودية. |
| Burada varoluşsal durumları falan işliyoruz. | Open Subtitles | هل تعرف أمراً يا رجل؟ كل شيء هنا يتعلق بالحالات الوجودية وما شابة |
| İronik olan, yıllar önce beni mezun etmeyen o okulun şimdi benim durum komedilerimdeki varoluşsal öğeleri, ders olarak göstermesi. | Open Subtitles | إنه أمر عجيب. لم أستطع التخرج و مع ذلك نفس الكلية تُدَرِّس مقرراً... عن المواضيع الوجودية في الكوميديا التي أقدمها |
| Burada realiteye ilişkin varoluşsal bir bakış elde ederiz. | Open Subtitles | هذه هي الرؤية الوجودية للواقع كما نحصل عليها هنا |
| Afganistan küresel güvenliğe karşı varoluşsal bir tehdit teşkil etmiyor. | TED | فأفغانستان لا تمثل اي خطر على الامن العالمي |
| - varoluşsal buhran. | Open Subtitles | "أزمة وجوديّة" |