| Belki de Paradoks bu: Sınırlar sınırlamıyor, mükemmel özgürlüğe izin veriyor. | TED | ربما هذا هو التناقض: القيود لا تُحد، تسمح بحريّة كاملة ومثالية. |
| Ve aslında bu yüzden neredeyse bir Paradoks oluşturuyorlar. | TED | وأعتقد أن هناك ما يقرب من التناقض مع تلك. |
| İlk çelişki, büyümenin geçmişi reddetmek ve ardından onu hemen geri talep etmekle ilgili olmasıdır. | TED | ان التناقض الاول الذي كان حينها .. هو ان الاشخاص آنذاك .. كان عليهم رفض الماضي ومن ثم توجب عليهم محاولة استعادته |
| Ve size hiç bir çelişki olmadan, bu olayın dünyanın başka hiç bir yerinde olmadığını söyleyebilirim. | TED | وأستطيع أن أقول لكم من دون خوف من التناقض هذا لم يحدث في أي مكان آخر على هذا الكوكب. |
| Buna oy birliği paradoksu denir. | TED | وهذا ما يسمى التناقض الظاهري في الإجماع. |
| Bu, bilim ve din arasındaki çelişkinin büyük bir parçasıdır. | Open Subtitles | هذا هو جزء كبير من التناقض بين العلم و الدين |
| ekmek kabuğu, kırmızı biberü meyan kökü ve kahve. çelişkiyi şimdiden görebiliyorsunuz. | TED | القشور، والفلفل الأحمر ، عرق السوس والقهوة. يمكنكم على الفور ملاحظة التناقض. |
| Onun El Gato hakkındaki bilgileri ile bizim bilgiler arasındaki Tutarsızlığı düzeltmeye çalışıyordum | Open Subtitles | لقد كنت أحاول توضيح التناقض بين معلوماتنا بما يخص " إل غاتو " ومعلومات |
| Bu iki yasanın çelişkisini aşabilmeyi hayatının en son amacı haline getiren Einstein bile başarılı olamadı. | Open Subtitles | حل هذا التناقض كان متروك حتى جاء إينشتين الذى جعله مسعاه النهائى |
| Bu açıdan baktığınızda oy birliği paradoksu aslında o kadar da Paradoks değil. | TED | حين تنظر للأمر على هذا النحو، فإن التناقض حينها في الإجماع ليس متناقضاً في الواقع. |
| NCIS adli bilim uzmanı, kalbi ve ruhu, tezatlara bürülü bir Paradoks, tezatlarla dolu birisi, bir tabutta uyuyor. | Open Subtitles | شخصية متناقضة ملفوفة في التناقض بكل ما للكلمة من معنى، تنام في تابوت |
| Burası meleklerin yemek deposu. Paradoks bu kuyuyu zehirler. | Open Subtitles | هذا مصدر غذاء التماثيل التناقض سيسمم البئر |
| Şimdi de çelişki kısmı geliyor. Size tutulmaya başlamıştım. | Open Subtitles | الآن ، هنا يأتى التناقض لقد وجدت نفسى متيمة بك |
| O evrenin mucizesi insanoğlu, beni uzaya gönderen o muhteşem çelişki, hala kardeşleriyle savaşıp, komşusunun çocuklarını aç bırakıyor mu? | Open Subtitles | ، هل ذلك الرجل ، أعجوبة الكون ، ذلك التناقض المجيد الذي أرسلني إلى النجوم ، مازال يشن حربا على أخيه |
| Böyle bir çelişki bir şizofrenin aklını karıştırır. | Open Subtitles | هذا النوع من التناقض كان يجب أن يشوش فكر شخص مصاب بالفصام |
| İçeride paradoksu yok ettiğimi de hesaba kattın mı? | Open Subtitles | وما الذي وضع لديك الافتراض لتتفادى ذلك التناقض هناك؟ |
| Bir şairin zihnindeki çelişkinin, bir hikaye anlatıcısının zihnindeki çelişkinin uyumunu aramanın sonucu. | TED | وهذا هو أثر تتبع التناغم في التناقض الموجود في عقل الشاعر، التناقض الموجود في عقل راوي القصة. |
| Bu çelişkinin anahtarı karakterimin zayıflığında. | Open Subtitles | أخشي أن سبب التناقض يكمن مؤكد من ضعف الشخصية. |
| Beyni bu ahlaki çelişkiyi kaldırmadı ve babasını hayatta tutmak için bölündü. | Open Subtitles | دماغه لم يتحمل التناقض الاخلاقي لذا انقسم الى شخصيتين لكي يبقي والده حيا |
| Kendisi Bay White'ın mumyalama işlemini yaparken Tutarsızlığı ortaya çıkaran mortisyendir.* | Open Subtitles | إنّها الحانوتية التي كانت في خضم (عملية تحنيط السّيد (وايت عندما إكتشفت التناقض |
| Bu iki yasanın çelişkisini aşabilmeyi hayatının en son amacı haline getiren Einstein bile başarılı olamadı. | Open Subtitles | حل هذا التناقض كان متروك حتى جاء اينشتين, الذى جعله مسعاه النهائى. بعد عقود, |
| Bununla sizin soğukkanlı katil tanımınız arasında bir tezat görmüyor musunuz? | Open Subtitles | ألا ترى التناقض بين هذا و وصفك لقاتل بدم بارد ؟ |
| Bana göre bu Tezatlığı çözmenin iki yolu var. | TED | أعتقد أن هناك طريقتين لحل هذا التناقض. |
| Seksüel bir aktiviteyi, normal olarak düşündürten bir çelişkidir. | Open Subtitles | من التناقض التفكير بأي نشاط جنسي على أنه عادي |
| Dolayısı ile bir tutarsızlık örneği. | Open Subtitles | و أقابله ، فأمنع ولادتي بنفسي ؟ هذا إذن مثال على التناقض |