| Tabii, ama onun da konuşmama hakkı var. Cevap vermek zorunda değil. | Open Subtitles | بالتأكيد , ولكنها ليست كذلك ليست مضطرة للأجابة |
| Yapmak zorunda değil. Gidip çanağı almamız yeterli olacak. | Open Subtitles | إنها ليست مضطرة لذلك , يمكننا الذهاب للاستيلاء عليى الصحن |
| Senin ne yaptığını bilmek zorunda değil. Kimse değil. | Open Subtitles | ليست مضطرة كي تعرف أنك السبب لا يجب أن يعرف أحد |
| Karım bu soruları yanıtlamak zorunda değil. | Open Subtitles | زوجتى ليست مضطرة للاجابة عن هذه الاسئلة |
| Alayımın seni ormanda... yakalamak zorunda kalmamasına sevindim. | Open Subtitles | أنا سعيد لأن الفرقة ليست مضطرة لإصطيادك |
| - Cevaplamak zorunda değil. - İstiyorum. | Open Subtitles | حسنا ، هي ليست مضطرة لأن تجيب عنها - أنا أريد ذلك - |
| Vermek zorunda değil. | Open Subtitles | ليست مضطرة لفعل ذلك وكما قلت نحن لانخضع |
| - Neyse ki yaşamak zorunda değil. | Open Subtitles | لحسنِ الحظِ أنها ليست مضطرة لأن تذهب. |
| Yani kimse şirketi ele geçirmiyor ve Lindsay de Jack Amca ile birlikte olmak zorunda değil mi? | Open Subtitles | لن يتم السيطرة على الشركة إذن لذا (لينزي) ليست مضطرة لأن تكون مع العمّ (جاك)؟ |
| Gitmek zorunda değil. | Open Subtitles | ليست مضطرة أن تذهب |
| - Kalkmak zorunda değil. Hadi bakalım. | Open Subtitles | ليست مضطرة أن تنهض هيا بنا |
| Sue hayatını senin isteklerine göre yaşamak zorunda değil. | Open Subtitles | (سو) ليست مضطرة لعيش حياتها بناء على ما تريده أنت |
| Kimseye söylemek zorunda değil. | Open Subtitles | ليست مضطرة للإتفاق مع أي أحد |
| Böyle olmak zorunda değil. | Open Subtitles | ليست مضطرة لتكون |
| Evlat, Mona'nın bu ateş kazanına girmek zorunda kalmamasına seviniyorum. | Open Subtitles | أنا سعيد لأن (مونا) ليست مضطرة للنزول إلى ذلك المستنقع المشتعل |