| Sıvı metal bütün nötronları emer ve hiç bir nötron duvara çarpmaz. Böylelikle, makineye zarar gelmez. | TED | فالسائل المعدني يمتص كل النترونات وبالتالي لا يمكن للنترونات أن تصطدم بالجدار، وكنتيجة لهذا لا تصاب الأجهزة بالضرر. |
| Buzul; uzun dalga boylu kızıl ışığı emer, kısa dalga boylu mavi ışığı ise yansıtır. | TED | فالجليد يمتص موجات الضوء الأكثر طولًا وحمرةً بينما يعكس موجات الضوء الأكثر زرقة وقصرًا. |
| Sonuçta ortaya çıkan ince tabaka aktif tabakadır, güneş enerjisini emer. | TED | الطبقة الرقيقة الناتجة هي الطبقة الفعالة، التي تمتص الطاقة من الشمس. |
| Üzerine uygulanan darbeleri emer ve basıldığında da enerjiyi bırakır. | Open Subtitles | إنها تمتص الصدمات الموجهه إليها ثم تطلقها عند الضغط عليها |
| Bu kan, şişirilmiş alveolden oksijeni emer ve geriye karbon dioksit bırakır. | TED | حيث يقوم الدَّم بامتصاص الأكسجين من الحويصلات الرّئوية المنتفخة، تاركًا خلفه ثاني أكسيد الكربون. |
| Vücudunuzdaki her bir sıvı damlasını sürekli emer. | Open Subtitles | يَمتصُّ كُلّ قطرة مِنْ السائلِ الخارج من جسمِكَ |
| Sıcaklığı emer ve buzulların erimesini hızlandırır. | TED | الكربون الأسود يمتص الحرارة. ويسرع فقط ذوبان الأنهار الجليدية. |
| Vücut demiri yiyeceklerden emer. Ama işleyemez, ve ondan kurtulamaz. | Open Subtitles | الجسم يمتص الحديد من الطعام لكن لا يمكنه التعامل معه أو التخلص منه |
| Keskin dişlere ihtiyacı yoktur çünkü avını basitçe emer. | Open Subtitles | انه لا يحتاج الى أسنان حادة لأنه يمتص فريسته و بسهولة. |
| İnsanların kemiklerini emer ve onları denize götürür. | Open Subtitles | إنه يمتص العظام من الجسم وإعادتهم إلى المحيط |
| Kireç taşı güneş ışığını emer. | Open Subtitles | الحجر الليموني يمتص ضوء الشمس. |
| Hemoglobin de dahil olmak üzere tüm moleküller bu görüntü boyunca farklı etkilerde ışığı emer. | TED | كل الجزيئات، بما فيها اليهموجلوبين، تمتص الضوء بكفاءات مختلفة في الطيف. |
| Gücünü güneş panellerimden alarak, tuzlu suyu emer ve tatlı suya dönüştürür. | TED | و تدار بواسطة الأشعة الشمسية إنها تمتص المياه المالحة و تحولها إلى مياه عذبه |
| Bu borular çikolatayı emer ve tüm fabrikaya dağıtır. | Open Subtitles | تلك الأنابيب. تمتص الشوكولاتة لتحملها إلي كل المصنع |
| O da etrafındaki hücreleri bozar, pire bunları emer ve ardında kırmızı, kaşındıran bir şişlik bırakır. | Open Subtitles | إلى الجلد .. مما يتلف الخلايا المحيطة بالعضة ويسمح للبرغوث بامتصاص الدم |
| Bu kâğıt, bluzdaki bütün yabancı maddeleri emer. | Open Subtitles | لابد أن الورقة قامت بامتصاص أي مواد غريبة على القميص |
| Kara ve deniz koyu renkli olduğu için Güneş ısısını emer. | Open Subtitles | البر و الماء معتمان ، لذا يقومان بامتصاص حرارة الشمس |
| Enerjiyi içeri emer, maddeyi dışarı salar. | Open Subtitles | تلك مفاصلِ التوسّعِ. يَمتصُّ طاقةً في. المسألة تَخْرجُ. |
| Evet. O zaman bütün kasabanın kanını emer. | Open Subtitles | نعم,سيبدء طريقه في امتصاص دماء كل من بالمدينه |
| Kışın bol yağmur yağdığı zaman toprak suyu emer ve sonra da şu taşların arasından fışkırtır. | Open Subtitles | عندما تهطل الأمطار كثيراً في الشتاء باطن الأرض يتشرّب بالماء ويتسرّب هنا على البلاط |
| Çok azdım. Şu mağazada çükümü emer misin? | Open Subtitles | أنا مهتاج جداً، أتريدين مصّ قضيبي في "شاربر إيماج" ؟ |
| Bu talaş hız trenindeki kusmukları emer. | Open Subtitles | ستمتص نشارة الخشب هذه القيء منالأفعوانية.. |