| Bir müddet çok acı çekeceğinden şüphem yok, ama tecrübelerime göre bu denli bir hüsran şimdiye dek kimseyi öldürmedi. | Open Subtitles | لا شك أنه سيعاني الكثير لفترة من الزمن لكن أعلم أن خيبة أمل كهذه لن تقتله |
| Nasıl bir hüsran oldu bu. Senin ilk seferindi. | Open Subtitles | يا لها من خيبة أمل إنها المرة الأولى بالنسبة لكِ |
| Bu hüsran ve suçluluk, teknoloji günlük hayatımıza girdikçe bizi daha çok mahvediyor. | TED | وهذا الإحباط والشعور بالذنب، يصاب صاحبه بالإجهاد كلما اقتحمت التقنية حياتنا العملية اليومية، وهذا يحصل كثيرًا. |
| Bir yanda hüsran verici sonuçlarınız, diğer yanda söylentiler. | Open Subtitles | عوائدك مُخيبة للآمال من ناحية والتهديدات الإرهابية من ناحية أخرى |
| Annemin siz istemediğiniz sürece ikinizin nasıl birer hüsran olduğunuzu hiçbir zaman bilmesi gerekmiyor. | Open Subtitles | أمي لا تحتاج أن تعرف , مدى خيبة الأمل فيكما إلا لو أنكما تريدان هذا |
| Sus artık. - Sevgililer gününüz kutlu olsun. - hüsran Kaptan tepemde romantizmle ilgili dırdır edip duruyor ve bütün üstüme "Seni seviyorum"larını kusup duruyor. | Open Subtitles | {\pos(190,220)}،الكابتن (إيمو) يُلاحقني طلباً للعاطفة مُتقيّئاً "أحبّكِ" عليّ. |
| Orada yalnız başına kalma hissiyatını. Her gün aynı hüsran, aynı acı. | Open Subtitles | إنّه الإحساس بالحبس والعزلة، وتطابق كلّ الأيام وخيبة الأمل والتعاسة. |
| O mektubun içeriği tam bir hüsran. | Open Subtitles | كان محتوى تلك الرسالة مخيباً للأمال |
| Evet, Mary. Hem Kanada hem de Fyodor Kent için büyük bir hüsran oldu. | Open Subtitles | أجل يا "ماري" إنه إحباط "عظيم "لكندا" و "لفيودور كنت |
| Bu kızgınlık ve hüsran hislerinden arınmak için bazı basit gevşeme araçlarını öğreniyoruz. | Open Subtitles | نحن على وشك أن نتعلم بعض أدوات الاسترخاء البسيطة لتهدئة مشاعر الأحباط والغضب |
| Altın madalyadan azını hüsran olarak sayarız. | Open Subtitles | أي شيء أقل من الذهب، وسوف ننظر خيبة أمل. |
| Olağanüstü olaylar birikerek hüsran gibi gelecek. | Open Subtitles | "ستبلغ أحداث استثنائيّة ذروتها فيما قد يبدو أنّه خيبة أمل" |
| - Sonu hep hüsran oluyor. | Open Subtitles | يؤدي دائما إلى خيبة أمل |
| İşte benim Boston'da keşfettiğim buydu -- yaşadığım dilsel hüsran aynı zamanda motive ediciydi. | TED | وهذا ما اكتشفته في بوسطن .. وهو أن الإحباط كان شديد التحفيز. |
| hüsran yada kazaya tatmin olmamış güçler sebep olur. | Open Subtitles | الإحباط أو التعاسة تسبب من قبل إرادات غير ملحوظة في الشخص |
| hüsran kararlarınızı gölgeleyebilir ve her türlü oyalanmaya kapı açıktır. | Open Subtitles | قد يشوّش الإحباط تفكيرك، فترحّب بأي إلهاء. |
| İşte bu hüsran oldu. | Open Subtitles | حسناً، هذا مُخيّب للآمال. |
| - hüsran derken yani? | Open Subtitles | -لذا اشرح لي معنى "مُخيبة للآمال"؟ |
| Keşke bu hüsran yerine felç edici bir depresyonda olsam. | Open Subtitles | أتمنى فقط لو أُصِبت ببعضاً من شلل الإكتئاب .بدلاً من خيبة الأمل هذه |
| Dana, söylediklerine göre bir hüsran odan var. | Open Subtitles | دانا، يبدو أن لديك غرفة خيبة الأمل |
| Çünkü hüsran Kaptan seni seviyor. | Open Subtitles | لأنّ الكابتن (إيمو) يحبّكِ دعيني أدعُكِ للخروجِ الليلة. |
| Gözlerinde hüsran görmek istemiyorum. | Open Subtitles | وليس وخيبة الأمل تعلو وجوههم |
| Kabul etmelisin ki, bir hüsran olduğu belli. | Open Subtitles | لابد أن تعترف بإن كان مخيباً للأمل |
| Bu soru bir bakıma ortalamalar hakkındadır, çünkü kısmen insanların ulusal istatistikler konusunda hüsran dolu olmalarının sebebi, onların ulusal politikadan kimin kazandığı ya da kaybettiği hakkında bir şey söylememeleri. | TED | وهو سؤال عن المتوسطات أيضا بطريقة ما، لأن جزءاً من سبب إحباط الناس جداً بشأن هذه الإحصائيات المحلية، هو أنهم لا يقولون بحق قصة الرابح والخاسر من السياسة المحلية. من السهل فَهم إحباط الناس الكبير بشأن المتوسطات العالمية |
| hüsran daha sahadayken kendini göstermeye başladı. | Open Subtitles | .بدأ الأحباط يتغلغل على أرض الملعب |