| Normal işletim sırasında reaktör tankının altında küçük bir tıpa bulunur. | TED | كما يوجد قابس صغير في العملية العادية في أسفل وعاء المفاعل. |
| küçük bir erkek çocuğuyken onu görmeye gittiğimde, beni kucaklardı. | TED | وكنت عندما أقابلها كطفلٍ صغير ، كانت تأتي نحوي وتضمني. |
| Tek fark, köpeklerden birinin olduğu tarafta küçük bir düğme varmış. | TED | والاختلاف الوحيد ان احد الكلبين لديه زر صغير في منتصف الصندوق |
| Öyleyse yapmamız gereken şey küçük bir mikroçipe tüm potansiyel aydınlatma cihazlarını yerleştirmek. | TED | اذا كل ما علينا فعله هو وضع رقاقة صغيرة لكل جهاز اضاءة محتمل |
| Bu üç sert küçük serseriden soldaki benim büyükannem, beş yaşında ve kız ve erkek kardeşi, yaşları on bir ve dokuz. | TED | هؤلاء الأشقياء الصغار الثلاثة هم من اليسار، جدتي في سن الخامسة، ثم أختها و أخوها كانت أعمارهم حينها 11 و 9 سنوات. |
| Bunu küçük prefabrik parçalarla inşa ediyoruz bunlar hava ve ışığın kontrolü bir şekilde içeri girmesine izin veren pencereler. | TED | ونحن بصدد بناءه مع هذه القطع الجاهزة الصغيرة وهي النوافذ التي تسمح بدخول الهواء والضوء بطريقة متحكم بها داخل المبنى |
| Şu büyük ağaç tam oradaydı. Şimdi sadece şu küçük dal var. | Open Subtitles | الشجره الكبيره التى كانت هناك والآن لا يوجد سوى هذه الشجيره الصغيره |
| Bu dünyanın ne kadar küçük olduğunu vurgulamak için slayt sayfalarının çoğuna bir insan saç teli kalınlığında minnacık beyaz bir çizgi ekledim. | TED | لنؤكد كم هو صغير هذا العالم حقاً، لقد أضفت خطًا أبيض إلى معظم الشرائح وذلك يُظهر لكم سماكة شعرة واحدة. في غاية الصغر. |
| Kuyruğuna da küçük bir silah yerleştireyim ki kavga edebilsin. | TED | سوف أعطيه سلاح صغير على الذيل حتى يستطيع أن يقاتل. |
| Çünkü birden Mısır da benim denizim Maine'de bulunan küçük denizden Nil nehrin yanında 1300 km uzunluğuna büyüdü, | TED | لأن في مصر فجأة قد كبر شاطئي من شاطئ صغير في ماين لما طوله ثمانمئة ميل بجوار نهر النيل، |
| Yani buluttaki küçük değişiklikler bile çok ciddi sonuçlar doğurabilir. | TED | لذا أي تأثير صغير للغطاء السحابي سيؤدي إلى عواقب وخيمة. |
| Bu küçük ölçekli çiftçilik veya ticari tarımla veya büyük tarımla ilgili değil. | TED | لا يتعلق الأمر بالزراعة على نطاق صغير أو الزراعة التجارية أو الزراعات الكبيرة. |
| Üzerinde çalışan tüm sistem türü, ve küçük bölümlerle yardım eden herkes. | TED | يساهم كل النظام في عمل شئ ما، ويساهم كل شخص بجزء صغير. |
| İyice açtığımızda, ortaya bedeni ağır şekilde yanmış küçük bir kız çıktı. | TED | عندما ألزلنا الخرق وجدنا فتاة صغيرة .. كانت محروقة الجسد بصورة بالغة |
| Bu alaycılığı küçük erkek çocuklardan farklı olduğumu anladığım gün edindim. | Open Subtitles | السخرية التي إكتسبتها كانت يوم اكتشفت أنني مختلف عن الأولاد الصغار. |
| Sizin bilmiyor olabileceğiniz şey aynı sesin nörolojik bir koşuldan dolayı konuşamayan bu küçük kız tarafından da kullanılabileceğidir. | TED | ما لا تعرفونه أن الصوت نفسه يمكن أن تستخدمه هذه الفتاة الصغيرة التي لا تستطيع الكلام بسبب حالة عصبية. |
| Zaferinin, mezar soygunculuğu gibi... küçük bir mesele yüzünden mahvolması çok yazık. | Open Subtitles | لقد حان موعد قطف ثمار الانتصار مقابل الاشياء الصغيره التي قمت بسرقتها |
| 250 yıldır tüm dünyadaki ebeveynler, daha küçük aileler kurmaya karar veriyor. | TED | لمدة 250 سنه , الوالدين حول العالم قرارو ان يحظوا بعائلة صغيره |
| Bunun yerine, beyinlerimiz dünyanın yalnızca küçük bir kısmını örnekliyor. | TED | لكن الحقيقة أن عقولنا تدرك القليل فقط مما هو موجود. |
| Birketler pişirme esnasında ufalanıyor, ve küçük parçalara ayrılarak enerji kaybediyorlardı. | TED | والقوالب تتفتت قليلاً, وبالتالي نخسر طاقة عندما تنفصل خلال عملية الطهي. |
| ♪ küçük olan yusufçuk gibi... davranarak su üstünde seker. ♪ | Open Subtitles | تفتح العنقاء أجنحتها. إدعاء الأصغر الالأخت يقشط أبو مغزل سطح الماء. |
| Bu işe yararsa, sonunda küçük kızlarımı ve harika karımı görebileceğim. | Open Subtitles | إذا نجح هذا, سأكون قادراً على رؤية بناتي الصغيرات وزوجتي الرائعة |
| küçük kuzeni Sara onu etrafta taşır ve ona şarkı söylerdi. | Open Subtitles | وإبنة العم الصغرى ساره كنت . . أحملها و أغني لها |
| 1993 yılında Seattle’daki konferansta bir masa vardı ve Marc Andreessen adındaki bir adam WWW için yazdığı küçük browserini tanıtıyordu. | TED | في 1993، كان هناك طاولة في نفس المؤتمر في سياتل، وكان هناك شخص يُدعى مارك أندريسن قام بعرض متصفحه الصغير للويب |
| En eski insanlık tarihimizden beri küçük kabileler hâlinde eğlenceler düzenlerdik. | TED | منذ بداية تاريخنا الإنساني. صنعنا مع بعض تسليتنا في قبائل صغيرة. |
| Aramızdaki en temel ortak bağ... bu küçük gezegeni... paylaşıyor olmamız. | Open Subtitles | الصلات البسيطة المشتركة بيننا هى أننا جميعا نسكن هذا الكوكب الصغير |
| Ve geri dönerken o küçük Çin yerinde durup paket servis almıştık. | Open Subtitles | و في طريق العودة توقفنا عند المطعم الصيني و أخذنا إستراحة قصيرة |