| Doktorlarım uzlaşma istemediler. Mahkemede bitmesini istiyorlar. | Open Subtitles | أطبائى لم يريدوا التسوية فلقد أرادوا تسوية الأمر فى المحكمة |
| Kusurlu bir acenta veya şirket... masrafın ya birkaç kuruşluk civata... ya da milyon dolarlara malolacak bir uzlaşma olacağını hesapladılar. | Open Subtitles | ..إحدى الشركات الفاسدة ..وبررت تغير التكلفة في كل قطعة وأنفقت بضعة ملايين على تسوية الأمر في المحاكم |
| Bence bunlar yıpratıcı etkiler, en kötüsü de pazarlık, müzakere, uzlaşma ve işbirliği gibi şeyleri engelleyicidirler. | TED | أعتقد أن هذه آثار مشوهة، و الأسوء من هذا كله، أنه يمنع أشياء كالتفاوض أو التشاور أو التسوية أو التعاون. |
| Şey, şu anda patronunuzu Amerika Birleşik Devletlerinin gelecek başkanı olmasını sağlayacak uzlaşma yemeğini pişirdiğinize emin olabilirsiniz. | Open Subtitles | حسناً , لقد إبتدعتى بالتأكيد مساومة تجعل رئيسك نائب الرئيس القادم للولايات المتحدة |
| Şu anda insanları en çok dehşete düşüren şeylerden biri gerçeğin ne olduğu konusunda milli bir uzlaşma olmaması. | TED | أعني، إنه واحد من أكثر الأشياء رعبا للناس الآن، أنه لا يوجد ثمة إتفاق قومي حول ما هو حقيقي، |
| Ve insanların gelip, konuştuğu bir dürüstlük ve uzlaşma süreci yoluyla en karmaşık sorunların bazılarını çözerek derin bir diyalog devreye soktu. | TED | وانخرط في حوار عميق عن طريق حل بعض اكثر القضايا صعوبة من خلال عملية الحقيقة و المصالحة حيث اتى الناس وتحدثوا |
| Sayın Hâkim, tek istediğimiz, bize karşı adaletli davrandığınızı gösterecek bir uzlaşma noktası. | Open Subtitles | الكثير من الألعاب النارية هنا سيدي القاضي كل ما نطلبه هو حل وسط |
| O zaman herhangi bir uzlaşma sağlamaya hazır olmadığımı anladınız. | Open Subtitles | إذن, لابد أن تتفهم أننى لن أقوم بأى تسوية |
| Her gün pişman olduğun uzlaşma, haksız mıyım? | Open Subtitles | تسوية تندمين عليها كل يوم في حياتك صحيح ؟ |
| Yarın öğleden sonra 3.30'da bir uzlaşma toplantısı olacak. | Open Subtitles | سيعقد اجتماع للاتفاق على تسوية غداً في تمام الساعة 3: 30 ظهراً |
| Sonra ofise gelip sana sunacakları uzlaşma anlaşmasını hazırlayacaklar. | Open Subtitles | ثم سيعودون إلى المكتب ويبدؤون العمل على اتفاقية تسوية ليقدموها إليك |
| Sizce her olgun ilişkinin temelinde uzlaşma yatmaz mı? | Open Subtitles | ألا تعتقد أن قاعدة أي علاقة ناضجة هي التسوية ؟ |
| Bence hiçbir ilişki uzlaşma ya da olgunluk veya mükemmelik üzerine filan kurulu değildir. | Open Subtitles | أعتقد أن أي علاقة ناجحة ليست مبنية .. سواء على التسوية أو النضج أو الكمال أو أياً من ذلك |
| Ben de menekşenin güzel bir uzlaşma olduğunu düşündüm. | Open Subtitles | لذا اعتقدت أن البنفسي سيكون مساومة رائعة |
| Belki de sonunda Batı ve Doğu arasında tarihi bir uzlaşma olabilecek. | Open Subtitles | قد نكون على شفير الوصول إلى إتفاق تاريخي بين القادة العرب و الغرب |
| LG: Benden Liberya uzlaşma Girişimine liderlik etmem istendi. | TED | ل.غ: لقد طلب مني أن أقود مبادرة المصالحة الليبيرية |
| Beyler, lütfen. Belki ben bir uzlaşma yolu önerebilirim. | Open Subtitles | أيها السادة من فضلكم، ربما يمكنني تقديم حل وسط. |
| Bayanlar bir uzlaşma turu için dışarı çıkmışlar, sanıyorum. | Open Subtitles | لقد ذهبت السيدات في نزهة للمصالحة كما أعتقد |
| Ama bir adamı soylu yapan uzlaşma yeteneğidir. | Open Subtitles | لكنها القدرة على المساومة هي بالضبط ماتجعل الرجل سيدا |
| İnanılmaz insan becerileri, uzlaşma becerileri var. | TED | لقد تميزن بمهارات لاتصدق وقدرة على التفاوض |
| O bana teklifler getiriyor, ben uzlaşma öneriyorum. | Open Subtitles | . يستدعينى لطرح اقتراحات . لعرض تسويات |
| Onlar bizi izler, biz de onları. Aramızda bir tür uzlaşma. | Open Subtitles | هم يتبعونا ونحن نتبعهم لدينا نوع من التفاهم |
| Daha bir şey yapmadı ama uzlaşma anlaşması teklifi aldı. | Open Subtitles | لم يفعل شيئاً حتّى , لكنهم .عرضوا عليه صفقة إقرارٍ بالذنب |
| uzlaşma ve doğaçlama da bu yeni doğrultuda çok önemli yere sahiptirler. | TED | الوساطة والإرتجال تفترض أيضا مكانة خاصة في هذه الآلهة الجديدة. |
| Eğer Lyman uzlaşma istiyorsa, o zaman... | Open Subtitles | لذا إن كان لايمان يريد المصالحه .. لذا |
| Ona uzlaşma anlaşmasından bahsetmemeliydin. | Open Subtitles | ما كان عليك إخباره عن صفقة الإقرار بالذنب |